Son yıllarda inşaat sektöründe yaşanan baş döndürücü hız ve artan bina sayısı beraberinde önemli bir konuyu daha gözler önüne seriyor.
Depremlere açık bir coğrafyada yaşadığımız için yapılan her binanın depreme dayanıklı olması şüphesiz inşaatlarda en fazla önem verilmesi gereken konu. Depreme dayanıklı bir yapı inşa etmenin temel şartı ise su yalıtımı olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de su yalıtımı konusunda kamuoyunda bilinç düzeyinin artırılması, sektörel sorunlara çözüm getirilmesi, kamu ve karar vericiler nezdinde gerekli çalışmaların yürütülmesi amacıyla faaliyetlerini sürdüren dernekler, deprem riski ile karşı karşıya olan ülkemizde öncelikle su yalıtımının da zorunlu bir uygulama olması gerektiğini belirtiyor.
Geçtiğimiz yıl Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayınladığı genelge kapsamında su yalıtımı uygulamasının kamu binalarında zorunlu hale getirilmesi ardından, bu uygulamanın Türkiye çapında tüm yapılarda yasal bir zorunluluk olması için çalışmalarına hız veren dernekler, aynı zamanda standartlara uygun malzeme kullanımı konusuna da dikkat çekiyorlar.
Standartlara uygun olmayan malzemelerle yapılan su yalıtımları sonucu binalarda taşıyıcı sistem içindeki demirlerin yıllar içinde korozyon nedeniyle çürüdüğü ve inşa edildikten 10 yıl gibi kısa bir süre içerisinde zemin, iklim şartları, jeolojik faktörler gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak taşıma kapasitesinin yarısından fazlasını kaybettiği ve yaşam güvenliğini tehdit ettiği kaydediliyor.
Ülkemizde önemi artmaya başlayan ve her geçen gün büyüyen su yalıtım sektörünün haksız rekabet tehdidi ile de karşı karşıya olduğunu belirten yetkililer; merdivenaltı üretilen, kalite standartlarına uygun olmayan malzemelerle yapılan su yalıtım uygulamalarının binalarda su yalıtım ihtiyacını karşılamadığını ve toplumun yaşam kalitesi açısından da sorunlar yarattığını vurguluyorlar.
Su yalıtımında haksız rekabetin önüne geçilmesi için gerek ürünün gerekse uygulamanın iyi denetlenmesi gerekliliğine dikkat çeken STK yönetimleri; “ürünlerin etiket beyan değerlerinin mutlaka bağımsız laboratuvarlarca da kontrol edilmesi gerektiğini ve bu denetimin ancak kamu otoritesince ele alınmasının sağlıklı olacağını’ vurguluyorlar.